12 Eylül 2020 Cumartesi

Oğuz Kağan Destanı

 

Türk tarihinin kuşkusuz en büyük kağanlarından biri olan Oğuz Kağan, gerek yazılı kaynaklarda, gerekse de sözlü edebiyatta süregelen Oğuz Destanın da aktarıldığı üzere, hayatı doğumundan ölümüne kadar olağanüstü olayların etrafında şekillenen bir kahramandır. Oğuz Kağan Destanı’nın tarihin belli bir anında doğduğu muhakkaktır. Fakat onu izah eden tarihi bir hadise değil, tarihi hadise ile beraber destanı da açıklayan, Türklerin eski çağlarda yaşamış oldukları hayattır.[1]

Doğduğu gün onun Tanrı’nın kutuna sahip olduğu anlaşılmış ve mucizeleri görülmeye başlamıştır. Yalnızca doğduğu gün annesinden süt emmiş, daha sonra bir daha süt emmemiştir. Bu durumun Tufan Gündüz’ün Oğuz Kağan Destanı adlı eserinde Reşideddin Oğuz-namesi’nden aktardığı ifade ile şu şekilde geçmektedir;

“…Üç gün boyunca annesinin sütünü içmedi. Annesi onun bu şekilde davranmasından üzüntüye kapıldı; dertlenip hüzünlendi. Bir gece rüyasında oğlu ona; Eğer senin sütünü emmemi arzuluyorsan, tek bir Allah olduğunu kabul ve itiraf et, onun senin üzerine düşen hukukunu farz-ı ayn olarak bil, dedi.[2]

Oğuz’un annesinin bu rüyayı üç gün daha görmesi ve kocasından gizli Müslüman olması üzerine annesinin sütünü emmeye başladığı aynı eserde geçmektedir. Oğuz’un çok kısa sürede büyümüş ve bir yaşına girmeden de konuşmaya başladığı, yaşını doldurmadan okunu ve yayını alıp ava gittiği ve tüm Türk elinde ününün hızla yayıldığı, yine mitolojik öğeleri de barındıran Türk destanlarında belirtilmektedir. Yine bu durum aynı eserde şu şekilde geçmektedir;

Bir yıl sonra babası onda olgunluk ve asilik işaretleri görmeye başladı. Temizliğine ve güzelliğine hayran kalıyordu. Babası, kavmimin ve kabilemin içinde ondan daha güzel yüzlü biri daha dünyaya gelmemişti diyordu. Çocuğun bir yıl sonra tıpkı Hz. İsa gibi dili açıldı.”[3]

Oğuz Kağan’ın adı, doğduktan bir süre sonra konulmuştur. Çünkü Türklerde ad verme geleneği böyledir. Gök sakallı ve ay yüzlü bir bilge (bu bazen de çocuğun babası – annesi olur) çocuğun özelliklerine bakarak, ona uygun bir ad verir.[4] Bu genellikle olağan üstü bir durum ya da kahramanlık sonucu gerçekleşen bir olaydır ve ad verme günü ad günü olarak anılır. Hatta bir rivayete göre, Oğuz Kağan kendisine “Oğuz” adının verilmesini kendisi istemiştir. Yine bu durum aynı eserde;

“Ben çadırda doğduğum için benim adımı Oğuz koymalılar, dedi”[5]

 Burada değinilmesi gereken başka bir konu da, Oğuz Kağan ile Mete’nin aynı kişi olduklarıdır. Oğuz adı, babası Teoman tarafından verilen addır. Oğuz Kağan’ın babası, Teoman’dır.[6] Bu isme Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Teoman ismi, bu haliyle yabancı kökenli bir sözcük gibi durmaktadır. Fakat bu ismin aslı, Eski Türkçedeki “Tuman” (duman) ismidir. Çin kaynaklarında Oğuz Kağan için “Mao-tun” (Mete) diye seslendirilen bir isim kullanılmıştır. Bu seslendirme bugünkü Çinceye göre yapılmaktadır.

Eski Çinceye göre seslendirme yapılacak olursak, “Bak-tut” biçiminde bir isim karşımıza çıkar. Bu isim de, Eski Türkçedeki “Bağatur” adını karşıladığı düşünülmektedir. Bu bilgiler göz önünde bulundurulursa, Oğuz Kağan’ın isminin Bahadır’dan başka bir isim olmadığı da söylenebilir. Fakat Türklerce yaygın olarak kullanılan ve benimsenenler Oğuz ve Mete isimleridir.

Oğuz Kağan’ın kimliği ve dünyaya gelişi ile ilgili şuana kadar aktardığımız ifadeler Reşideddin Oğuz-namesi’nden olmakla beraber bundan başka dönemin ifadelerine daha yakın olan bir diğer Oğuz-name de Uygur harfli Paris nüshasıdır. Uygur harfli Paris nüshası olarak bilinen Oğuz-name’nin Saadettin Gömeç’in hazırladığı Türkçe aktarımında Oğuz’un doğumu ile ilgili;

“Yine günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuğu oldu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri al al, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzel idi. Bu çocuk anasının göğsünden ilk sütü emdi ve bir daha emmedi. [7]Çiğ et, çorba ve kımız istedi.

Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyü, yürüdü ve oynadı. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu tamamen tüylü idi. At sürüleri güder, at biner, ava gider, kuş salardı.”[8]

Görüldüğü üzere her iki nüshada da ifadeler aktaranın düşünceleri etrafında şekillenmiş ve aktarım bu çerçevede yapılmıştır. Reşideddin’ın nüshasında İslam dininin etkisi ile bir aktarım yapılırken Uygur nüshasında çoğunlukla mitolojik ve mani dininin unsurları üzerinden bir aktarım yapılmıştır. Ayrıca Uygur nüshasında Türk kültür unsurlarına da rastlamak mümkündür.

Oğuz Kağan, yaşamı boyunca iki kız ile evlenmiştir. Bunların birisini, bir gün Tanrı’ya yakarışta bulunurken tanımıştır. Bir anda karanlık çökmüş ve gökten bir ışık ile bir kız inmiştir. Oğuz bu kıza âşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Oğuz’un bu evliliğinden üç tane oğlu olmuştur. Bunların adları Gün, Ay ve Yıldız’dır. İkinci evliliği ise, ava gittiği bir gün gölün ortasındaki bir adada, ağacın kovuğunda oturan bir kız ile yapmıştır. Bu evlilikten de Gök, Dağ ve Deniz adında üç oğlu olmuştur. Oğuz Kağan’ın evliliği Oğuz Kağan destanın da şu şekilde geçmektedir;

“Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan, bir yerde Tanrı’ya yalvarmaktaydı. Karanlık bastı. Gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki; o ışığın içinde bir kız var. Yalnız oturuyor. Başında ateşli ve parlak bir tacı bulunuyordu. Kutup Yıldızı gibiydi. O kız öyle güzeldi ki; gülse gök gülüyor, ağlasa gök ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti, sevdi aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu.

Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kün(Gün), ikincisine Ay, üçüncüsüne Yılduz(Yıldız) adını koydular.

Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önündeki göl ortasında bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız duruyordu. O da yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kız idi. Gözü gökten daha güzel idi. Saçı ırmak gibi dalgalıydı. Dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse –eyvah ölüyoruz- der ve tatlı süt acı kımız olurdu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu. Kız gebe kaldı. Günlerden ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kök(Gök), ikincisine Tag(Dağ) ve üçüncüsüne Tengiz(Deniz) adını verdiler.”[9]

Oğuz Kağan ülkesini çocukları arasında paylaştırmıştır. Bu durumun sebebi Türk devlet geleneğinde idari teşkilatın ikili sistemde olmasıdır. 24 Oğuz boyunu önce iki kolda (Bozoklar ve Üçoklar) daha sonra Oğuz Han’ın 6 oğluna ve son olarak da onların 4 oğluna ayırmaktadır. Bu ayrımın kaynakları, Kaşgarlı Mahmud ve 14. yüzyılda yaşayan Reşideddin’e dayanmaktadır. Reşidüddin 24, Kaşgarlı Mahmut ise 22 boy saymaktadır.


[1]  Prof. Dr. Mehmet, Kaplan, Oğuz Kağan - Oğuz Han Destanı, (Alıntı internet sitesinden alınmıştır. Kaynağın bağlantı adresi dipnotta belirtilmiştir). https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365492. (01.04.2017-02:20)

[2] Gündüz, Tufan, Oğuz Kağan Destanı, Yedi Tepe Yayınları, İstanbul 2016. s:59-60.

[3] Gündüz, a.g.e., s:60

[4] Dede Korkut, meşhur Dede Korkut Kitabında Boğaç Han’ın bir boğa ile mücadele edip, onu boğduğunu görünce o yiğide “Boğaç” adını vermiştir.

[5] Gündüz, a.g.e., s:60

[6] Teoman’ın kaynaklarda geçen diğer adı, “Kara Han“dır. Uygur kaynaklarında ise Kara Han, “Ay Kağan” olarak geçmektedir. Uygurların benimsediği Mani inancına göre, “Ay” kutludur. Gök Tanrı inancına göre ise, Gök ve Güneş kutlu iki nesnedir. Uygurların Kara Han’a “Ay Kağan” demelerinin nedeni de, işte bu inancın etkisidir.

[7] Oğuz’un yüzüne “gök mavisi“, gözlerine ise “al al” betimlemelerinin yapılması, şöyle açıklanabilir: Gök adı, o zamanlar hem Tanrı’yı, hem gök maviliğini hem de gün görmüşlüğü, bilgeliği ifade etmektedir. Burada Oğuz’un yüzüne “gök” benzetmesinin yapılmasının amacı, onun Tanrı kutuyla acuna geldiğini belirtmektir. Yani burada Oğuz’un bilgeliği dile getirilmiştir. Gözlerinin “al al” oluşu ise, Türk mitolojisine ait bir durumdur. Türk destan ve efsanelerinde, gözlerinden ışık – alev saçan olağanüstü kişiler hep var olmuştur. Oğuz Kağan da, insanüstü bir kişi olarak görüldüğü için, bu şekilde betimlenmiştir. Burada ifade edilenlere ulaşmak için; Yaşar, Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2011.

[8] Gömeç, Saadettin, Türk Destanlarına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2009.s:49

[9] Gömeç, a.g.e., s.50-51

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şehir ve Merkez: Ravenna, Constantinople ve Charlemagne arasında

  Classe, Ravenna'daki bazilika Sant'Apollinare'den mozaik detayı, altıncı yüzyıl.  Alamy. Ravenna'daki San Vitale kilisesin...

Öne Çıkanlar