Türk tarihinin kuşkusuz en büyük
kağanlarından biri olan Oğuz Kağan, gerek yazılı kaynaklarda, gerekse de sözlü
edebiyatta süregelen Oğuz Destanın da aktarıldığı üzere, hayatı doğumundan
ölümüne kadar olağanüstü olayların etrafında şekillenen bir kahramandır. Oğuz
Kağan Destanı’nın tarihin belli bir anında doğduğu muhakkaktır. Fakat onu izah
eden tarihi bir hadise değil, tarihi hadise ile beraber destanı da açıklayan,
Türklerin eski çağlarda yaşamış oldukları hayattır.[1]
Doğduğu gün onun Tanrı’nın kutuna sahip
olduğu anlaşılmış ve mucizeleri görülmeye başlamıştır. Yalnızca doğduğu gün
annesinden süt emmiş, daha sonra bir daha süt emmemiştir. Bu durumun Tufan
Gündüz’ün Oğuz Kağan Destanı adlı eserinde Reşideddin Oğuz-namesi’nden
aktardığı ifade ile şu şekilde geçmektedir;
“…Üç
gün boyunca annesinin sütünü içmedi. Annesi onun bu şekilde davranmasından
üzüntüye kapıldı; dertlenip hüzünlendi. Bir gece rüyasında oğlu ona; Eğer senin
sütünü emmemi arzuluyorsan, tek bir Allah olduğunu kabul ve itiraf et, onun
senin üzerine düşen hukukunu farz-ı ayn olarak bil, dedi.”[2]
Oğuz’un annesinin bu rüyayı üç gün daha
görmesi ve kocasından gizli Müslüman olması üzerine annesinin sütünü emmeye
başladığı aynı eserde geçmektedir. Oğuz’un çok kısa sürede büyümüş ve bir
yaşına girmeden de konuşmaya başladığı, yaşını doldurmadan okunu ve yayını alıp
ava gittiği ve tüm Türk elinde ününün hızla yayıldığı, yine mitolojik öğeleri
de barındıran Türk destanlarında belirtilmektedir. Yine bu durum aynı eserde şu
şekilde geçmektedir;
“Bir
yıl sonra babası onda olgunluk ve asilik işaretleri görmeye başladı.
Temizliğine ve güzelliğine hayran kalıyordu. Babası, kavmimin ve kabilemin
içinde ondan daha güzel yüzlü biri daha dünyaya gelmemişti diyordu. Çocuğun bir
yıl sonra tıpkı Hz. İsa gibi dili açıldı.”[3]
Oğuz Kağan’ın adı, doğduktan bir süre sonra
konulmuştur. Çünkü Türklerde ad verme geleneği böyledir. Gök sakallı ve ay
yüzlü bir bilge (bu bazen de çocuğun babası – annesi olur) çocuğun
özelliklerine bakarak, ona uygun bir ad verir.[4] Bu
genellikle olağan üstü bir durum ya da kahramanlık sonucu gerçekleşen bir
olaydır ve ad verme günü ad günü olarak anılır. Hatta bir rivayete göre, Oğuz
Kağan kendisine “Oğuz” adının verilmesini kendisi istemiştir. Yine bu durum
aynı eserde;
“Ben
çadırda doğduğum için benim adımı Oğuz koymalılar, dedi”[5]
Burada
değinilmesi gereken başka bir konu da, Oğuz Kağan ile Mete’nin aynı kişi
olduklarıdır. Oğuz adı, babası Teoman tarafından verilen addır. Oğuz Kağan’ın
babası, Teoman’dır.[6]
Bu isme Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Teoman ismi, bu haliyle yabancı
kökenli bir sözcük gibi durmaktadır. Fakat bu ismin aslı, Eski Türkçedeki “Tuman”
(duman) ismidir. Çin kaynaklarında Oğuz Kağan için “Mao-tun” (Mete) diye
seslendirilen bir isim kullanılmıştır. Bu seslendirme bugünkü Çinceye göre
yapılmaktadır.
Eski Çinceye göre seslendirme yapılacak
olursak, “Bak-tut” biçiminde bir isim karşımıza çıkar. Bu isim de, Eski
Türkçedeki “Bağatur” adını karşıladığı düşünülmektedir. Bu bilgiler göz önünde
bulundurulursa, Oğuz Kağan’ın isminin Bahadır’dan başka bir isim olmadığı da
söylenebilir. Fakat Türklerce yaygın olarak kullanılan ve benimsenenler Oğuz ve
Mete isimleridir.
Oğuz Kağan’ın kimliği ve dünyaya gelişi ile
ilgili şuana kadar aktardığımız ifadeler Reşideddin Oğuz-namesi’nden olmakla
beraber bundan başka dönemin ifadelerine daha yakın olan bir diğer Oğuz-name de
Uygur harfli Paris nüshasıdır. Uygur harfli Paris nüshası olarak bilinen
Oğuz-name’nin Saadettin Gömeç’in hazırladığı Türkçe aktarımında Oğuz’un doğumu
ile ilgili;
“Yine
günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek
çocuğu oldu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri al al, saçları
ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzel idi. Bu çocuk anasının göğsünden ilk
sütü emdi ve bir daha emmedi. [7]Çiğ
et, çorba ve kımız istedi.
Dile
gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyü, yürüdü ve oynadı. Ayakları öküz ayağı
gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibiydi.
Vücudu tamamen tüylü idi. At sürüleri güder, at biner, ava gider, kuş salardı.”[8]
Görüldüğü üzere her iki nüshada da ifadeler
aktaranın düşünceleri etrafında şekillenmiş ve aktarım bu çerçevede
yapılmıştır. Reşideddin’ın nüshasında İslam dininin etkisi ile bir aktarım
yapılırken Uygur nüshasında çoğunlukla mitolojik ve mani dininin unsurları üzerinden
bir aktarım yapılmıştır. Ayrıca Uygur nüshasında Türk kültür unsurlarına da
rastlamak mümkündür.
Oğuz Kağan, yaşamı boyunca
iki kız ile evlenmiştir. Bunların birisini, bir gün Tanrı’ya yakarışta
bulunurken tanımıştır. Bir anda karanlık çökmüş ve gökten bir ışık ile bir kız
inmiştir. Oğuz bu kıza âşık olmuş ve onunla evlenmiştir. Oğuz’un bu
evliliğinden üç tane oğlu olmuştur. Bunların adları Gün, Ay ve Yıldız’dır.
İkinci evliliği ise, ava gittiği bir gün gölün ortasındaki bir adada, ağacın
kovuğunda oturan bir kız ile yapmıştır. Bu evlilikten de Gök, Dağ ve Deniz
adında üç oğlu olmuştur. Oğuz Kağan’ın evliliği Oğuz Kağan destanın da şu
şekilde geçmektedir;
“Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan, bir yerde Tanrı’ya
yalvarmaktaydı. Karanlık bastı. Gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha
parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki; o ışığın içinde bir kız var.
Yalnız oturuyor. Başında ateşli ve parlak bir tacı bulunuyordu. Kutup Yıldızı
gibiydi. O kız öyle güzeldi ki; gülse gök gülüyor, ağlasa gök ağlıyordu. Oğuz
Kağan onu görünce aklı gitti, sevdi aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu.
Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve
üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kün(Gün), ikincisine Ay, üçüncüsüne
Yılduz(Yıldız) adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önündeki göl ortasında bir
ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız duruyordu. O da yalnız oturuyordu. Çok
güzel bir kız idi. Gözü gökten daha güzel idi. Saçı ırmak gibi dalgalıydı. Dişi
inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse –eyvah
ölüyoruz- der ve tatlı süt acı kımız olurdu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti.
Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu. Kız
gebe kaldı. Günlerden ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk
doğurdu. Birincisine Kök(Gök), ikincisine Tag(Dağ) ve üçüncüsüne Tengiz(Deniz)
adını verdiler.”[9]
[1] Prof. Dr. Mehmet, Kaplan, Oğuz Kağan - Oğuz Han Destanı, (Alıntı internet sitesinden alınmıştır. Kaynağın bağlantı adresi dipnotta belirtilmiştir). https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365492. (01.04.2017-02:20)
[2] Gündüz, Tufan, Oğuz Kağan Destanı, Yedi Tepe Yayınları, İstanbul 2016. s:59-60.
[3] Gündüz, a.g.e., s:60
[4] Dede Korkut, meşhur Dede Korkut Kitabında Boğaç Han’ın bir boğa ile mücadele edip, onu boğduğunu görünce o yiğide “Boğaç” adını vermiştir.
[5] Gündüz, a.g.e., s:60
[6] Teoman’ın kaynaklarda geçen diğer adı, “Kara Han“dır. Uygur kaynaklarında ise Kara Han, “Ay Kağan” olarak geçmektedir. Uygurların benimsediği Mani inancına göre, “Ay” kutludur. Gök Tanrı inancına göre ise, Gök ve Güneş kutlu iki nesnedir. Uygurların Kara Han’a “Ay Kağan” demelerinin nedeni de, işte bu inancın etkisidir.
[7] Oğuz’un yüzüne “gök mavisi“, gözlerine ise “al al” betimlemelerinin yapılması, şöyle açıklanabilir: Gök adı, o zamanlar hem Tanrı’yı, hem gök maviliğini hem de gün görmüşlüğü, bilgeliği ifade etmektedir. Burada Oğuz’un yüzüne “gök” benzetmesinin yapılmasının amacı, onun Tanrı kutuyla acuna geldiğini belirtmektir. Yani burada Oğuz’un bilgeliği dile getirilmiştir. Gözlerinin “al al” oluşu ise, Türk mitolojisine ait bir durumdur. Türk destan ve efsanelerinde, gözlerinden ışık – alev saçan olağanüstü kişiler hep var olmuştur. Oğuz Kağan da, insanüstü bir kişi olarak görüldüğü için, bu şekilde betimlenmiştir. Burada ifade edilenlere ulaşmak için; Yaşar, Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2011.
[8] Gömeç, Saadettin, Türk Destanlarına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2009.s:49
[9] Gömeç, a.g.e., s.50-51
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder