Kayı boyunun Divân-ı Lügati’t-Türk’e göre tanımlanmış tamgası.
Kayı boyu, Oğuz Kağan Destanı’nda
bahsedildiği üzere Oğuzların Bozok koluna, Kaşgarlı Mahmud‘un ”Divân-ı Lügati’t-Türk“ adlı
eserine göre ise yirmi iki Oğuz boyundan ikincisi. Kaşgarlı Mahmud bu
boyun ismini Kayıg şeklinde okumuştur. Yine Reşideddin ‘in Camiü’t-Tevarih ve
Yazıcıoğlu Ali’nin Selçuk-namesi (Tarih-i
Al-i Selçuk) sinde Kayı boyu ile ilgili bilgilere yer verilmektedir.[1]
Ebulgazi ise Kayı boyunun anlamını “muhkem” ongununu ise “şahin” olarak verir.[2]
Reşideddin’in verdiği bilgiler
Oğuzların İslam
dinini benimsemelerinden önceki dönemi kapsadığı için büyük önem taşır. Bu
kaynakta ve diğer kaynaklarda boylar listesinin en başında yazılması, Kayı
boyunun Oğuzlar arasındaki toplumsal ve siyasal konumunun
yansımasıdır. Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve kudret sahibi” demektir. Eserini
1206 yılında tamamlamış olan Fahreddin Mübarek Şah ‘ın Türk kavimleri
listesindeki “kayık” ismi de bu boyu ifade etmiş olmalıdır. Eski Türkçe’de hece
sonundaki “g”ler Batı Türkçesi’nde düştüğü için bu ad da “kayı” şeklini almıştır.[3]
Kayı boyunun damgası, iki ok ve bir yaydan
ibaretti. Oğuz Han oğlu Gün Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi olduğu söylenir.
Yirmi sene hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli, uzun yıllar bu makamda kalmıştır.
Bu sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları arasında ilk sırada gösterilmektedir.
Kayıların sayıca hatırı sayılır büyüklükte
bir nüfusa sahip olduğunu bünyesinden iki büyük beylik çıkarttığından hareketle
görebiliyoruz. Ancak Selçuklu devrinden önce tarih sahnesinde ismine pek
rastlanmamaktadır. Bunun muhtemel sebebi Kayıların diğer büyük Türk
kitleleriyle birlikte hareket etmemiş olmalarıdır. Gerek Göktürkler devrinde,
gerekse Karahanlılar döneminde tarih kayıtlarına düşmüş ve ulaşabildiğimiz
tarih kayıtlarına etki edecek bir siyasi tezahürün içinde bulunmadıkları
düşünülebilir. Ancak varlıklarını yüzlerce yıl devam ettirebildiklerini, geçte
olsa Türk tarihindeki yerlerini 12. Yüzyıl itibariyle almış olmalarından
anlıyoruz.
Kayılar, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılma
sürecine girmesi ile Anadolu Beylikleri’nin bağımsız ve kendi başlarına idare
edilmeye başlandığı dönemde Bizans’a karşı elde ettiği başarılar neticesinde
güçlenmiş, yaklaşık 40 yıllık bir sürecin sonunda İmparatorluk haline gelerek
Osmanlı Devletinin kurucu unsurları olmuşlardır.
Osmanlı Devletinin kuruluş aşamasında başrolü
üstlenen Kayı boyunun Anadolu’daki varlıkları Büyük Selçuklu Devleti döneminde
Anadolu’ya giren Türk boyları kadar eski değildir. Kayılar Anadolu’nun
Türkleşmesinden yaklaşık 100 yıl sonra Anadolu’ya girmişlerdir.
Kayılar, Moğol saldırılarının etkisiyle İç
Asya’dan batıya doğru göç hareketine girişen Türk boyları ile birlikte Büyük
Selçuklu Devletinin hüküm sürdüğü İran coğrafyasına göç etmişlerdi.[4]
Kayılar, Moğol saldırılarının etkisiyle İç
Asya’dan batıya doğru göç hareketine girişen Türk boyları ile birlikte Büyük
Selçuklu Devletinin hüküm sürdüğü İran coğrafyasına göç etmişlerdi. Ancak Büyük
Selçuklu Devleti 1157’de yıkılınca İran coğrafyası Abbasilerin tahakkümü altına
girmeye başladı.[5]
Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra merkezi bir yönetime bağlı
olmasalar da vilayetlerin yönetimi halen Büyük Selçuklu Devleti tarafından
görevlendirilmiş olan valilerinin elinde bulunuyordu. Selçuklu valileri
Abbasilerin bölgelerinde hâkimiyet kurmasını arzu etmiyorlardı.
Aynı şekilde Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç
eden göçebe Türk boyları da Müslüman olmalarına rağmen Arap hükümdarlar
tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Selçuklu valileri ve göçebe Türk boyları
bu ortak menfaat etrafında buluşarak Abbasi akınlarına karşı ittifak kurdular.[6] Bu
dönemde Kuzey İran coğrafyası Selçuklu ardılları olan Türklere, bölgede uzun
süredir yaşayan göçer Türkmenlere, Kuzey Karadeniz hattında yaşayıp hazar
denizi üzerinden İran’a göç eden Tatarlara ve Moğol baskısıyla İç Asya’dan göç
eden göçebe Türk boylarına ev sahipliği yapıyordu.
Selçuklu valileri Türkmenleri, Tatarları ve
göçebe Türklerin en güçlü unsurlarından olan Kayıları ikna ederek Abbasi
akınlarına karşı bir ittifak oluşturdular ve bulundukları bölgeyi (Horasan/Merv
kentleri) Abbasi akınlarından korudular.[7] Bu
başarıda en büyük paya sahip olan Kayılar hem Büyük Selçuklu Devleti sonrası
İran coğrafyasında başsız kalmış olan Türkmenlerin bağlılığını kazandı hem de
büyük bir nüfuz kazanarak bölgedeki Türk kitlelerin liderliğini üstlendi.
Kayılar bu tarihte yaklaşık 20.000 çadırlık
kalabalık bir oymaktı. Bölgedeki Türkmenler ve Tatarlar ise 50.000 çadırdan
oluşan çok daha kalabalık bir nüfusa sahipti.[8]
Kendilerinden sayıca az olmalarına rağmen Kayı beyi Süleyman Şah’ın giriştiği
savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve Kayıların elde ettiği başarılar Türkmen
ve Tatarları etkiledi.
Yeni ve güçlü bir lider arayan bu Türk
kitleleri Süleyman Şah’a biat ederek Kayı boyuna katıldılar.[9]
Kayılar artık 70.000 çadırdan oluşan muazzam bir güç unsuru haline gelmişlerdi.
70 bin çadırlık bir nüfus yaklaşık 50.000 kişilik bir savaşçı ordusu anlamına
geliyordu. Oymağın savunması için vazifelendirilen askerler düşünüldüğünde ise
en az 30.000 askerlik bir sefer gücü söz konusu oluyordu ki; bu rakam büyük bir
savaşın kaderini belirleyebilecek bir muharip unsur olmaları için fazlasıyla
yeterlidir.[10]
Kayılar devletsiz ve töresiz kalmış, hem
Moğollar hem de Abbasiler tarafından hedef haline gelmiş İran coğrafyasında
varlıklarını devam ettirmek yerine Gaza etmek ve Anadolu’da kurulmuş ve giderek
güçlenmekte olan Anadolu Selçuklu Devleti’ne yakın olabilmek maksadıyla Anadolu’ya
göç etmeye karar verdiler. Anadolu göçlerindeki ilk durakları Ahlat oldu
(1191). Burada çok kısa süre kalan Kayılar, ardından önce Erzurum’a sonra ise
Erzincan’a yerleştiler.[11] Ahlât,
Erzurum, Erzincan hattı Anadolu Selçuklu Devleti ile Harzemşahlar devleti
arasında sınır hattı durumundaydı.
Doğusunda Harzemşahlar Moğol akınlarına karşı
koymaya, Batısında Anadolu Selçuklu Devleti Anadolu’daki hâkimiyetini
güçlendirmeye ve Haçlı seferlerine karşı koymaya çalışıyordu. Kayılar ne
Anadolu Selçuklularına ne de Harzemşahlar’a tabi olmadılar ve kendi kaderlerini
kendileri tayin etme gayretine giriştiler.[12]
Yaklaşık 30 yıl boyunca Erzurum ve Erzincan’da yaylayıp kışladılar ancak
geçirdikleri onca zamana rağmen umduğunu bulamayan Süleyman Şah, asıl vatanı
olarak gördüğü Türkistan coğrafyasına geri dönmeye karar verdi.[13] Genç
ve kahraman bir bey olarak ayrıldığı Türkistan’a şimdi yaşlanmış, ömrünün son
demlerini yaşayan bir bey olarak geri dönüyordu.
Kayılar, göçlerini vaktiyle Türkistan’dan göç
ettikleri Tebriz - Ahlat istikameti üzerinden değil güneyden Fırat nehri ve
Halep vilayeti güzergahından gerçekleştirdiler ve Halep vilayeti yakınlarında
bulunan Caber kalesi yakınlarına kadar ilerlediler. Göç istikametleri gereği
Fırat nehrini geçmek zorunda olan Kayılar, sığ gibi görünen bir boğazdan nehri
geçmeye karar verdiler. Öncü birlikler nehri geçemeyince durumu Süleyman Şah’a
bildirdiler. Süleyman Şah nehri kontrol etmek için atını nehre sürdü ancak at
sendeleyince nehre düştü ve boğularak hayatını kaybetti.
Süleyman Şah, sudan çıkartılarak Caber kalesi
yakınlarında nehir kenarına defnedildi.[14] Bu
bölge sonradan Türk Mezarı olarak anılmıştır. Günümüzde Süleyman Şah türbesi
olarak geçen anıt mezarın bu bölgede bulunması hasebiyle Kayı beyi Süleyman Şah’a
ait olduğu düşünülmektedir.
Süleyman Şah’ın vefatı üzerine Kayı boyunun
dirliği bozuldu. Yaklaşık 70.000 çadır büyüklüğünde olan Kayı boyu içerisindeki
en kalabalık kitleyi Türkistan’da Süleyman Şah’a tabi olan Türkmen ve Tatarlar
oluşturuyordu. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine bu kitle Kayılardan ayrılarak Şam’a
doğru göç ettiler.[15]
Günümüzde Şam Türkmenleri olarak varlıklarını
devam ettiren topluluk Kayılardan ayrılan Türkmen-Tatar kitlelerin
ardıllarıdırlar. Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra geriye kalan ve Kayı
neslinden olanlar Süleyman Şah’ın 3 büyük oğluna uydular. Aslında Süleyman Şah’ın
4 oğlu vardı. Yetişkin olan oğulları Sungur Tigin, Gündoğdu bey, Ertuğrul Bey
Kayı boyuna önderlik ettiler. En küçük kardeş olan Dündar ise henüz çocuk yaşta
olduğu için ağabeylerine uymuştur.
Türkmen ve Tatarların ayrılmasından sonra
Türkistan’a göç etmekten vazgeçen Kayılar, geldikleri güzergâhı izleyerek yine
Fırat nehri üzerinden Erzurum’a geri döndüler. Pasin Ovasında bulunan Sürmeli
Çukuru mevkiinde kışladılar.[16]
Ancak bu birliktelikte uzun sürmedi. Süleyman Şah’ın en büyük oğlu olan Sungur
Tigin ve onun bir küçüğü olan Gündoğdu Bey, Süleyman Şah’ın ölümü üzerine yarım
kalan Türkistan göçünü tamamlamaya karar verdiler.
Ertuğrul[17] bey
ise Türkistan’a dönmek yerine Anadolu’da kalıp gaza etmenin daha doğru
olacağını düşündü.[18]
Bunun üzerine Kayı boyunun büyük bir bölümü, Tigin olması hasebiyle Süleyman
Şah’ın en büyük oğlu Sungur Tigin’e ve onunla birlikte hareket eden Gündoğdu
beye biat ederek Türkistan’a doğru göç ettiler. Ertuğrul beye ise yalnızca 400
çadır, kardeşi Dündar ve annesi Hayme Sultan biat ederek Erzurum’da kalmıştır.
Burada not düşmek gerekirse; Osmanlının
kuruluşunda 400 çadır efsanesi gururumuzu okşar ancak doğru değildir.
Osmanlının kuruluşunu sağlayan ilk öncüler Nogay ordusuna mensup 12.000 çadır
Oğuz ve Kıpçak Türk’ü ile Nogay’ın etkin olduğu 30 yıl boyunca Bizans çevresine
yerleştirilen muhtelif Türk boylarına mensup -muhtemelen- 80.000 çadır
civarında Türk ailedir. Bahsi geçen Osman Bey Muhtemelen Nogay Ordusunun en
etkili Türk Komutanlarından birisidir. Kendisine verildiği tahmin edilen
Ottoman Hetman gibi unvanlar Yönetici Beğ gibi unvanlardır.
Osmanlı’nın kuruluşu ile ilgili Kayı boyu ile
başlayan efsane yakın tarihimizde hiç bir delile ve tarihi kayda dayanmayan Âşık
Paşa tarafından II. Beyazıd’ın emri Edebalı boyundan dervişlerin katkısıyla ile
kaleme alınmış -adı üstünde-bir menakıb-namedir. Daha açık bir ifadeyle
400 Çadır’dan devlet masalı bir menakıb-namedir. Menakıb-name demek Savaş
sırasında askerleri eğlendirmek ve manevi duygularını pekiştirmek için
anlatılan olağanüstü olayların yer aldığı hikâye demektir.
Kayılar Türkmenlerin, Tatarların ve Sungur
Tigin’e biat edenlerin ayrılmaları ile küçülerek 70.000 çadırlık bir oymaktan
400 çadırlık bir obaya dönüştü.[19]
Artık kendi kaderlerini tayin edebilecek kadar güçlü değillerdi. Kışlayabilmek
için bir hükümdara tabi olmaları, Gaza edebilmek içinse bir orduya mensup
olmaları gerekiyordu. Zira birkaç yüz kişilik bir askeri güçle ancak başıboş
çetelerle ve yağmacılarla baş edebilirlerdi.
Ertuğrul Bey hem obasını muhafaza edebileceği
güvenli bir yurt edinmek hem de Gaza edebilmek için küçük oğlu Saru Yatı’yı
Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alâeddin Keykubat’a elçi olarak gönderdi.[20] Alâeddin
Keykubat, Ertuğrul Beyin talebine müspet yanıt vererek Kayılara Söğüt
vilayetini kışlak, Domaniç ve Ermenibeli dağlarını yaylak olarak tahsis etti.[21]
Kayılar artık Selçuklu Devletinin tebaası olarak yaşayacaklar, Selçuklu ordusu
ile gaza edecekler ve Batı Anadolu’nun bereketli topraklarında hayatlarını
devam ettireceklerdi.
Kayılar önce Ankara’ya oradan Söğüt’e
geçtiler. Söğüt bu tarihten sonra Kayıların kadim Yurtları haline geldi. Ertuğrul
Bey, Gazi unvanını aldı ve ömrünün sonuna dek Söğütte yaşadı. Savaşsız, uzun ve
müreffeh bir ömrün ardından 1281 yılında, 90 yaşında vefat etti. Büyük Oğlu
Osman bey tarafından inşa edilen türbesi Söğüt (Bilecik) ilçesinde
bulunmaktadır. Ertuğrul Gazi’nin vefatından sonra Kayıların başına büyük oğlu
Osman Bey geçti.[22]
[1] Sümer, a.g.e., s.231.
[2] Ebulgazi, Bahadır Han, Şecere-i Terakime Türklerin Soy Kütüğü, Kervan Kitapçılık, Tercüman 1001 Temel Eser, Haz. Muharrem Ergin. s.49.
[3] Faruk, Sümer, “Kayı”, İslam Ansiklopedisi, C:25, (Kaynak İslam Ansiklopedisinin dijital ortamından alınmıştır. Bağlantı dipnotta verilmiştir. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c25/c250051.pdf )
[4] Faruk Sümer, Oğuzlar Türkmenler Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2016, s.234.
[5] Sümer, a.g.e., s.232.
[6] Hüseyin Nihal, Atsız, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2011, s.16.
[7] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[8] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[9] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[10] Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s.6.
[11] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[12] Sümer, a.g.e., s.232.
[13] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[14] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[15] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
[16] Nihal Atsız, a.g.e., s.17.
[17] Bir takım kaynaklarda (mesela Aşıkpaşaoğlu) “Erdungrıl” ya da “Erdongrıl” şeklinde de geçmekte.
[18] Nihal Atsız, a.g.e., s.17.
[19] Nihal Atsız, a.g.e., s.17.
[20] Nihal Atsız, a.g.e., s.17.
[21] Nihal Atsız, a.g.e., s.17.
[22] Nihal Atsız, a.g.e., s.16.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder